KENDİ İÇİNDE ÇELİŞEN AYETLER

10/08/2009

“Din’de zorlama yoktur…” (K. Bakara sûresi, âyet 256)

“… Müsrikleri (Puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün…”; (K. Tevbe sûresi, âyet 5)

“Allah kimi dogru yola koymak isterse, onun kalbini Islâmiyet’e açar. Kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda kilar…”(K. En’âm sûresi, âyet 125)

“Allah kimi hidâyete erdirirse, dogru yolu bulan odur. Kimi de sasirtirsa, iste asil ziyâna ugrayanlar onlardir…”(K. A’raf sûresi, âyet 178)

“Allah kimin kalbini Islâm’a açmissa, o Rabbinden bir nûr uzerinde degil midir? Allah’i anmak hususunda kalbleri katilasmis olanlara yaziklar olsun! Iste bunlar apaçik bir sapiklik içindedirler”(K. Zümer sûresi, âyet 22)

“Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardi. ama O, istedigini saptirir, istedigini dogru yola eristirir. Islediklerinizden, andolsun ki, sorumlu tutulacaksiniz…”(K. Nahl sûresi, âyet 93; ayrica bkz. Fâtir, 8; Müddessir 31, 42, vs…)

“Allah dileseydi bütün insanlari dogru yola sevkederdi…”(K. Râ’d sûresi, âyet 31)

“Kahrolasi insan! Ne inkârcidir!…”(K. Abese sûresi, âyet 17)

“… Puta tapanlardan yüz çevir. Allah isteseydi puta tapmazlardi…”(K. En’âm sûresi, âyet 106-107)

“Biz dileseydik herkese hidâyet veririrdik; fakat Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduraracagima dâir Benden söz çikmistir…(K. Secde sûresi, âyet 13)

“Allah dileseydi, yeryüzünde bulunanlarin hepsi inanirdi… Allah’in izni olmadan hiç kimse inanamaz…”(K. Yûnus Sûresi, âyet 100).

“Yaptiklarinizdan dolayi mutlaka sorguya çekileceksiniz…”(K. Nahl sûresi, âyet 93)

“Basiniza gelen her hangi bir müsibet kendi ellerinizin yaptigi isler yüzündendir” (K. Sûrâ sûresi, âyet 30).

“(Ey Muhammed!)… Kendilerine bir iyilik dokunsa: -Bu Allahtan’dir- derler; baslarina bir kötülük gelince: -Bu sendendir- derler. (Onlara) -Hepsi Allah’tandir- de…”(K. Nisâ sûresi , âyet 78)

“Sana gelen iyilik Allah’tandir. Basina gelen kötülük ise nefsindendir…” (K. Nisâ sûresi, âyet 79).

“Basiniza gelen herhangi bir müsibet, kendi ellerinizle isledikleriniz yüzündendir…” (K. Sûrâ sûresi, âyet 30).

“Allah diledigini saptirir, diledigini de dogru yola eristirir…”(K. Fâtir sûresi, âyet 8)

“Ayet’lerimizi yalanlayanlari… helâke götürecegiz…”(K. A’raf sûresi, âyet 182)

“Kitabini oku, bugün kendi hesabini kendin göreceksin. Kim yola gelirse, kendi lehine yola gemis ve kim saparsa kendi aleyhine sapmistir…” (K. Isrâ sûresi, âyet 13-15); “Kiyâmet günü, yaptiginiz seylerin karsiligi verilir…” (K. Yâ-Sîn sûresi, âyet 54).

“Andolsun, Biz cinler ve insanlardan bir çogunu Cehennem için yaratmisizdir…” (K. A’raf sûresi, âyet 179).

Kim iyi bir is yaparsa faydasi kendisinedir, ve kim kötülükte bulunursa zarari kendisinedir…” (K. Fussilat sûresi, âyet 46)

“Allah… diledigine azâb eder, diledigine merhamet eder…” (K. Ankebût sûresi, âyet 21).

“…Allah’in dogru yola eristirdigi kimse hak yoldadir. Kimi de saptirirsa artik ona dogru yola gösterecek bir rehber bulamazsin…”(K. Kehf sûresi, âyet 17)

“(Allah’i) Yalanlamis olanlarin o gün vay haline! Allah’a karsi gelmekten sakinmis olanlar, elbette (Cenne’te) gölgeliklerde ve pinar baslarindadirlar…”(K. Mürselât sûresi, âyet 40-41)

“Bilsin ki insan için kendi çalismasindan baska sey yoktur. Ve Çalismasi da ileride görülecektir. Sonra ona karsiligi tastamanm verilecektir …“ (K. Necm, 38-41);

“… Her kese islediklerinin karsiligi verilir. Kendilerine haksizlik yapilmaz…” (K. Ahkâf, 19);

“Allah rizik verirken kiminizi digerlerine üstün tutmustur”(K. Nahl, 71);

“Dünyâ hayatindaki geçimlerini aralarinda böldük ve bazilarini bazilarindan üstün kildik” (K. Zuhrûf, 32);


AYETLERDEKİ ÇELİŞKİLER

10/08/2009

Serdar Kaangil

Kur’an Allah Kelamı mı?

Yayınlanma: 8 Nisan, 2009

Bildiğiniz gibi İslam’a göre Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur Allah tarafından gönderilmiştir. Bunlardan Kur’an dışındaki kitapların yazımı, geçmiş zaman anlatımı şeklindedir. Kur’an ise Allah’ın hitabı biçiminde yazılmıştır. Allah’ın sözlerinin, emir ve öğütlerinin Cebrail adlı melek vasıtasıyla ve vahiy yoluyla peygambere iletildiğine inanılır. O yüzden “Kur’an Allah kelamıdır” denir. Allah’a ait olmayan sözler ise “kul” veya “kâle” yani “de ki” veya “dedi ki” sözcükleriyle belirtilmiştir. Bundan dolayı birçok ayet “de ki” anlamına gelen “kul” kelimesiyle başlar. Örneğin: “De ki; ‘Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim” cümlesinden anlarız ki “de ki” diyen Allah, “Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim” dedirtilen peygamberdir. Ne var ki bunun gibi bazı ayetlerin Allah’a ait olmadığı açıkça belli iken “de ki” sözcüğünün kullanılmadığını görürüz. Bu tür ayetlerin bazı meallerinde “de ki”sözcüğü parantez içinde verilmiştir. Bazı mealciler ise sanki Arapçasında gerçekten yazılıymış gibi paranteze dahi gerek duymadan “de ki” sözcüğünü eklemişlerdir. Bu müdahaleler, ayetlerdeki eksikliği kamufle etme amaçlıdır. Şimdi bu hataları görelim:

Fatiha suresi Allah’a yapılan bir duadır. Dolayısıyla “deyin ki” kelimesiyle başlamalıydı. Kur’an’ın son iki suresi olan Nas ve Felak sureleri de duadır ve “de ki” ile başlar. Fatiha suresinin başında olmasa bile 5. ayetinde “kûlû” yani “Deyin ki” sözcüğü muhakkak kullanılmalıydı.

Fatiha/ 5-7. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.

Görüldüğü gibi ayette Allah’a sesleniş, Allah’a yakarış vardır. Dolayısıyla ayette seslenen Allah değil, insandır. Ama “Deyin ki” sözcüğü olmadığından Allah kendisine dua etmiş gibidir. Hadi diyelim ki Fatiha Kur’an’ın açılış suresidir, bir önsöz gibidir, o nedenle “deyin ki” denmesine gerek duyulmamıştır. Peki ya diğer ayetlerdeki eksikler? Şimdi de aşağıdaki ayetlerde hitap edenin kim olduğunu görelim:

Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.

Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

Bu ayetlerde anlaşılacağa üzere konuşan Muhammed hazretleridir. İnsanlara kendisinin peygamber olduğunu iddia etmektedir.

Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. (De ki) İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.

En’am-104. Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir. Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. (De ki) “Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.”

Bu iki ayette de konuşan Muhammed hazretleridir. Görüldüğü gibi “de ki” sözcükleri kullanılmadığından mealciler parantez içerisinde göstermek zorunda kalmışlardır.

Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

Bu ayette geçen “kâtelehumullâh” ın asıl anlamı “Allah onları öldürsün, katletsin” dir. Bunu Allah’tan isteyenin Allah olamayacağı açıktır.

Bu örneklerden şu sonuçlar çıkarılabilir:

1- Kur’an, Tanrı sözü değildir. Hz. Muhammed kurgulayıp yazmış, fakat birkaç ayette gaf yapmış ‘de ki’ ekini kullanmayı unutmuştur.

2- Kur’an, derlenip toplanırken hata yapılmış, bazı ayetler eksik yazılmıştır.

3- Kur’an’a Hz. Muhammed’den sonra Halife Osman ve Emeviler döneminde müdahale edilmiş, ayetler tahrif edilmiştir.

Tabi bunlara “Allah, anlaşılacağını düşünerek ‘de ki’ demeye gerek duymamış olabilir” veya “Allah bu tür eksiklerle insanları sınamış olabilir” türünden yanıtlar da verilebilir. Bu tür yanıtlar, eksikliği, hatayı tanrıya havale etmek olur ki buna katılmak mümkün değildir. 2 ve 3 şıkları ise Hicr-9 ayetinde belirtilen “Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” ayetine ters düşer. Bu durumda 1 şıkkının doğru olduğu, Kur’an’ın Allah sözü değil, Hz. Muhammed’in kurgusu olduğu ortaya çıkar.

Şimdi de Kur’an’ın Allah hitabı olmadığına dair farklı bir örnek verelim:
Bu örnekle göreceğiz ki Muhammed hazretleri, kimi zaman Allah’ı, kimi zaman melekler adına Cebrail’i, kimi zaman da peygamberleri konuşturan bir kurguyla Kur’an’ı yazmıştır. Onları konuştururken Kur’an’da 300’e yakın “de ki” öneki kullanmıştır ki kendisinin yazdığı anlaşılmasın, Allah sözü olduğuna inanılsın. Ama bazı ayetlerin kurgusunda hata yapmış, “de ki” kullanmayı unutmuş ya da hatalı kullanmıştır veya kullanmayı becerememiştir.

En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir? Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.

Meryem-64. Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey, O’nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.

Enam-114 ve Meryem-64. ayetten önceki ve sonraki ayetlere bakıldığında bu cümlelerin kime ait olduğuna dair bir belirteç yoktur.
Enam-114’te ”Size Allah’tan başka bir hakem mi arayayım” sözünden sonra “Senin Rabbin tarafından indirilmiş” sözü ile konuşturulanın melek Cebrail olduğu ve Muhammed hazretlerine hitap ettiği açıkça bellidir.
Meryem-64’te ise “Biz ancak rabbinin emriyle ineriz” sözü melekler ya da melekler adına konuşan Cebrail’e söyletiliyormuş gibi yazılmıştır. Ama Allah’ın kelamı dediği kitapta Muhammed hazretleri bunu belirtmeyi becerememiş ya da hata dikkatinden kaçmıştır.

Zümer-10. De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’ (de ki fazla)

Bakara-97. De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (de ki fazla)

Zümer-10 ve Bakara-97 ayetlerinde dikkat edilirse “de ki” sözcüğüne gerek yoktur ama kullanılmıştır. Zümer-10’da “de ki” sözcüğü olduğunda Muhammed hazretlerinin Müslümanlara “kullarım” diye seslendiği anlaşılmaktadır. Halbuki “de ki” olmasaydı hitap eden Allah olacak ve bir anormallik görünmeyecekti.

Bu gaflara karşı, verilen yanıtlardan biri “Kur’an’da kimi ayetlerin Cebrail’in sözü olduğu” hatta “Kur’an’ın Allah’ın, Cebrail’in ve peygamberin ortak ürünü” olduğudur. Bakara-97 ayeti bu iddiaları çürütür. Ayetten Cebrail’in, Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiğini, dolayısıyla 23 sene boyunca zırt pırt 50.000 yıllık yolu katetmediğini, olaylara-durumlara göre sırası geldiğinde peygamberin ayetleri kalbinden (beyninden) ortaya döktüğünü anlıyoruz.

Bakara-97 ayetinde “de ki” öneki kullanıldığında ayet şöyle olmalıydı:

De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak benim kalbime indirmiştir.

Ama Kur’an’da “senin kalbine indirmiştir” yazılarak hata yapılmıştır.

Muhammed hazretleri, Tevrat ve İncil’in 3. şahıs ağzıyla yazılmasına nispeten çok daha inandırıcı bir kurgu ile Kur’an’ı yazmış ama yaptığı bu gaflarla açık vermiştir.

Örneğin Zuhruf-11‘te;
“O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz” ayetini ele alalım:
Burada “O” Allah ise, “Biz” kimdir?
”Biz”, melekler adına konuşan Cebrail’den başkası olamaz. Ama görüldüğü gibi meleğin konuştuğuna dair bir belirteç yoktur.

Muhammed hazretleri, Kur’an’ı “Allah kelamıdır” diye yazmıştır. Allah’ı konuşturma sanatı ile düzenlemeye çalışmıştır. Fakat özellikle “Biz” diyen ayetlerde ya “Allah ve ekibi” olarak konuşulmaktadır ya da melekler olarak.
Süleyman Ateş’in bu konuda görüşü “Kur’an Allah vahyi, melek sözüdür” şeklindedir.
Ama görüyoruz ki Allah da konuşuyor, Cebrail de, Muhammed de..
Kur’an’da sıkça kullanılan “kale” sözcüğü “dedi ki” anlamındadır. Şimdi “dedi ki” sözcüğünün kullanıldığı bir ayetteki hatayı görelim.

Enbiya-112. Kâle rabbıhkum bil hakk ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn.
Dedi ki; “Rabbim hak ile hükmet. Sizin nitelendirmelerinize karşı sığınılacak olan rabbimiz rahmandır.

Cümle kurumunun yanlış olduğu açıkça görülmektedir. Edip Yüksel, bu ayetin yanlış yazıldığını, “kale” değil, “kul” olması gerektiğini söyler ve o şekilde çevirir. Muhammed Esed ise hem “kale” değil “kul” muş gibi çevirir, hem de 2. cümlede tekrar parantez içinde “de ki” kullanır. Sebebi, ayette Hz. Muhammed’in hem Allah’a hem de inanmayanlara seslenmiş olmasıdır. Böyle bir cümle yapısında “kale” yerine “kul” da kullanılsa cümle bozuk kalır. Bu ayette de cümle kurumunun çok zor olması nedeniyle becerilemediğini görüyoruz.

Sonuç:

Birisi çıkıp “Allah’tan bana mektup geldi” demiş olsa önce ona deli gözüyle bakmak ve kesinlikle inanmamak en doğru davranıştır. Fakat ısrarlı davranıyorsa ve insanların bir kısmı ona inanıyorsa “Acaba” diyerek doğru söyleyip söylemediği incelenebilir. Bilhassa tanrıya inanan insanlarda böyle bir eğilim doğaldır. Doğal olmayan, içinde yazılanların bir kısmı doğru diye inanılmasıdır. Ya da mektubu irdeleyip sorgulamadan mektup sahibinin kişiliğine güvenerek veya çevresinde duyduklarından etkilenerek inanmaktır. Mektup incelendiğinde içeriğindeki tek bir ‘insana mahsus’ hata dahi, mektubun tanrıdan gelmediğinin kanıtıdır. Çünkü madem ki inanılan tanrı mükemmel ve her şeyi bilen bir varlıktır, öyleyse tanrı hata yapmaz. Hele çok sayıda cümle hatası, gramer hatası varsa mektubun tanrıdan olduğunu iddia etmek normal karşılanamaz. Bu tavır zayıflıktır. Zaaflarına, çevresine, çıkarlarına mahkum kalmaktır. Kutsal olduğu, tanrıdan geldiği iddia edilen kitaplar için de bu geçerlidir. Farklı dinlerin, farklı kitapların, farklı kutsalların dünya halklarına olumsuz etkisi ortadadır. Kutsal savaşlar, dünya barışını engellemekte, insanlığı yaralamaktadır. Bu büyük, aşılmaz engelin temelinde ise mektup örneğindeki o küçük zaaf vardır. Barışın tesisi ise tüm bireylerde bu küçük zaafların tedavisiyle mümkündür. Kadim dinlerin haricinde zamanımızda da çeşitli ülkelerde ortaya çıkan meczuplar, bu tür zaafları olan kişileri aldatabilmekte, peşlerinden sürükleyebilmektedir. Sonuç ise ya toplu intihar ya da soyulmak, sömürülmek olmaktadır.

Çelişkiler-2 Hükümsüz Ayetler

Yayınlanma: 12 Mys, 2009

HÜKÜMSÜZ AYETLER

Bir iktidar düşünelim;
Bir dediği diğerini tutmayan, dün söylediğini bugün değiştiren, yarın ne diyeceği belirsiz olan, uygulamaya aldığı birçok projeyi yarıda bırakıp farklı uygulamalara geçen…
Böyle bir iktidara güven duyulabilir mi? Tutarlı, istikrarlı olduğu söylenebilir mi?
Aldığı kararların, çıkardığı kanunların her çağda geçerli olabileceği düşünülebilir mi?
Savaş ve ekonomik kriz gibi olağanüstü durumlar haricinde elbette bu tutarsızlıkları normal karşılanamaz.
Peki ya Allah’ın gönderdiği öne sürülen ayetlerdeki hüküm değişiklikleri?
İktidarlar, neticede insanlardan oluşuyor ve hata yapabilirler ama tanrıya hata yakıştırmak mümkün müdür?
Önceki kitaplarda yazılanlarla çelişen ayetlere itiraz edilmesi üzerine, şu ayetle itirazcılara yanıt verilir:

Bakara/ 106. Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?

Kur’an, ayetlerin değiştirilebileceğini söylüyor. Peki değiştirilmiş midir?
Hem de bol miktarda. Aşağıdaki ayet bunu doğruluyor zaten;

Nahl/ 101. Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman Allah ne indirdiğini pek iyi bilmiş iken kâfirler Peygambere: “Sen, ancak bir iftiracısın” dediler. Hayır öyle değil; onların çoğu bilmezler.

Ayetler değiştirilmiş ki Muhammed hazretlerine itiraz ediyor ve “Bunları sen uyduruyorsun” diyorlar.
Kur’an gökten zembille inmiş değil. Bir seferde yazılmış bir kitap da değil. Muhammed hazretlerinin peygamberliğini ilan etmesinden ölümüne kadar olan 23 yıl boyunca gelişen olaylara göre yazılmış ve duruma göre kimi ayetleri daha sonra değiştirilmiş bir kitap. Şimdi hükümleri kaldırılan ayetlere birkaç örnek verelim:

1- Bir Müslüman kaç kafire bedeldir?

Enfal-65. Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Sizden yirmi sabırlı kişi olsa, iki yüz kişiye üstün gelir. Sizden yüz kişi de kâfirlerden bin kişiye üstün gelir; çünkü onlar anlayıştan yoksun bir güruhtur.

Bu ayeti okuduğunuzda geçerli olduğunu düşünmeyin. Çünkü değişmiştir. Bu ayeti hükümsüz kılan ayet:

Enfal-66. Şimdi ise Allah sizde bir zaaf bulunduğunu bildiği için, yükünüzü hafifletti. Bu durumda, sizden sabreden yüz kişi olursa, iki yüz kişiye üstün gelir. Sizden bin kişi de Allah’ın izniyle iki bin kişiyi mağlûp eder. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

2- Soru sormanın bedeli sadaka takdimi olursa:

Mücadele-12. Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman özel görüşme sadakası takdim ediniz. Bu sizin için daha hayırlı ve temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, artık Allah bağışlayan ve merhamet edendir.

Ayetteki sadaka şartından dolayı kimse soru sormaya gitmeyince, aşağıdaki ayetle bu şart kaldırılmıştır:

Mücadele-13. Özel konuşmadan önce sadaka vermekten korktunuz da mı bunu yapmadınız? Yine de Allah sizi bağışladı. Siz de namazı dosdoğru kılmaya bakın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Zira Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

3- İslam’ın amentüsü doğru mu?

Nisa-78. Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!

Ayette iyiliğin de kötülüğün de Allah’tan olduğu söyleniyorsa da yanılmayın, çünkü değiştirilmiştir:

Nisa/ 79. Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir.

4- Peki Müslüman olmayıp, tek tanrıya ve ölümden sonra yaşama inananların durumu ne olacak dersiniz?

Bakara-62. Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rableri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

Bu ayete bakarak başka dinden olsa bile iyi insanların cennete gideceğini düşündüyseniz yanılıyorsunuz:

Ali İmran-85. Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki; (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.

5- Kur’an’a göre miras paylaşımında vasiyetin geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bakara-180. Sizden birisine ölüm yaklaştığında, eğer ardında mal bırakacaksa, vasiyet etmek farz kılındı. Bu vasiyetin anne ve baba ile akrabaya uygun şekilde yapılması gerekir. Bu, takvâ sahipleri üzerine bir borçtur.

Bu ayete göre vasiyetin farz olduğunu ve bir Müslüman öldüğünde bıraktığı vasiyetin geçerli olduğunu düşünüyorsanız aldanırsınız. Ne vasiyet ederseniz edin hükmü yoktur. Miras paylaşımı aşağıdaki ayetlere göre yapılır:

Nisa/ 11-12. Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor: Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın payı kadar, eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasın üçte ikisi ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona malın yarısı vardır…. (diye devam ediyor)

Bazı hadislere göre ise mirasın 1/3’ü vasiyet kapsamına alınabilir. Yani, hadisler de ayetleri neshetmektedir.

6- Sizce ilk Müslüman kimdir?

Enam-163. O’nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.”

Yukarıdaki ayet, Muhammed hazretlerinin ilk müslüman olduğunu belirtir ama hükümsüzdür.

Araf-143. “Sen sübhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben müminlerin ilkiyim,” dedi.

Yukarıdaki ayet de Musa‘nın ilk müslüman olduğunu belirten ayettir ve o da hükümsüzdür.

Her iki ayeti de hükümsüz kılan ayet:

Ali İmran- 67. İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.

İbrahim, Muhammed’den de, Musa’dan da önce yaşadığına göre müslümanlığı onlardan öncedir. Adem, İdris, Nuh gibi İbrahim’den önce yaşamış olan peygamberlerin Müslümanlık sırasının ise hesaba katılmadığını görüyoruz.

7- Ganimetler kimin?

Enfal-1. Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: Ganimetler Allah’ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah’tan sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah’a ve Peygamberine itaat edin.

Ama Araplar savaş ganimetinin tadını almışlardır bir kere. Özellikle Bedeviler ganimet olmadan savaşmaya yanaşmazlar. İslam peygamberini bu konuda sıkıştırırlar ve sonuca da ulaşırlar:

Enfal-41. Eğer Allah’a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye Kadir’dir.

8- Cennetin genişliği ne kadar?

Ali İmran-133. Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun!

Cennetin genişliğini “göklerle yer kadar” şeklinde ifade eden bu ve benzeri ayetleri düzelten ayet:

Hadid-21. Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup, genişliği gökle yer kadar olan cennete koşuşun.

Demek ki cennetin genişliği göklerden yere kadar değil, gökten yere kadarmış.
“Gökle yer arası”nın ne demek olduğu ise ayrı bir makale konusu.

9- Dünya mı önce yaratıldı yoksa evren mi?

Bakara-29. O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.

Ama “Nasıl olur da evrenden önce dünya yaratılmış olabilir?” demeyin. Bu ayetin artık hükmü kalmamış, düzeltilmiştir. Yerine geçen ayet:

Naziat/ 27-30. Sizi yaratmak mı daha zor, göğü mü? Allah onu bina etti. Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı. Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.

10- Allah’tan başka şefaatçi olacak mı?

Kur’an’ın birçok ayetinde “Allah’tan başka şefaatçi olmadığı” ifadesine rastlayabilirsiniz. Örneğin;
Enam-51. Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur’an ile) uyar.

Ama bu ayetler sizi yanıltmasın. Allah’tan başka şefaatçi vardır. Doğrusu aşağıdaki ayettir:

Meryem-87. Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.

SONUÇ:

Kur’an, incelendiğinde görülecektir ki bu verdiğimiz örneklere benzer nitelikte çok sayıda ayet vardır. Bilhassa Mekke dönemi ayetleri ile Medine dönemi ayetlerinde bu fark bariz olarak görülür. Bu çelişki ve tutarsızlıkların nedenini Tanrı’ya-Allah’a bağlamak mümkün değildir. Kur’an’daki çelişkilerin nedenlerini Tanrı’da değil, Kur’an’ı hazırlayanlarda, Muhammed hazretlerinin düşünce ve davranışlarında, mantığında ve değişen yaşam koşullarında aramak gerekir. 23 yıl boyunca devam eden Kur’an yazımında, her insanın 15-20 sene önceki farklı ortam ve olayda ne yazdığını hatırlaması mümkün değildir. Daha önce yazdıklarını kontrol etmesi de mümkün olmayabilir. Ya da daha önce böyle yazmış olsa bile gelişmeler, olaylar o yazdığını değiştirmek zorunda bırakabilir. Ayetleri incelerken, yazılma sebepleri ve yaşanan olaylar ile birlikte incelenirse görülecektir ki; bir kısım çelişkiler onun günlük siyasetinin gereksinimlerini kendi içinde bulunduğu koşullara uydurmaya çalışmasından, bir kısım çelişkiler güçsüz durumdan güçlü duruma geçmiş olmasından, bir kısım çelişkiler unutkanlığından, bir kısım çelişkiler uğradığı başarısızlıkların sorumluluğundan kurtulma çabasından, bir kısım çelişkiler bilgi eksikliği veya yanlışlığından, bir kısım çelişkiler de başka kaynaklardan duyup öğrendiklerini birbirine karıştırmasından ya da kendince değiştirerek aktarmış olmasından doğmuştur.

Kur’an’daki bu tutarsızlıklar mezheplere de yansımış, ayetleri kendilerine göre yorumlamış, hükümlerde değişiklik yapmaya kadar ileri gitmişlerdir. Örneğin; Kur’an’da zinanın cezası 100 sopa iken, Şiiler zinanın cezasının recm olduğunu, Kur’an kitap haline getirilmeden önce, recm ile ilgili ayeti bir keçinin yediğini öne sürerler. Bu yüzden Nur-2 zina ayetini uygulamak yerine, recm hadisleriyle hükmeder ve zina yapanı taşlayarak öldürürler.
Bir başka konuda ise tersi bir tutum içindedirler. Sünniler, Kur’an’da Mut’a nikahını ifade eden ayetin hadisle hükümsüz kılındığını ileri sürerler. Şiiler ise ayetin geçerli olduğuna inanarak mut’a nikahını caiz görürler.

Nisa-24. (Savaşta tutsak olarak) ellerinize geçen câriyeler dışında, evli kadınlarla evlenmeniz de harâmdır. Bunlar size Allâh’ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zinâ etmemek şartıyle mallarınızla istemeniz, size helâl kılındı. O halde onlardan yararlanmanıza karşılık, kesilen ücretlerini bir hak olarak onlara verin. Hakkın kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda üzerinize bir günâh yoktur. Allâh bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

Bu ayette anlatılan geçici evlilik türü, hadislerde Mut’a nikahı olarak geçer. 1 saatlik de olabilir, 1 günlük ya da daha fazlası da. Bir avuç hurma karşılığında birkaç gün bir kadınla beraber olunduğuna dair hadisler vardır. Bu ayeti hükümsüz kılan bir başka ayet yoktur. Ama ayetin hadisle hükmünün kaldırıldığı öne sürülür. Öyle ki “Mut’a nikahı leş, kan ve domuz eti yemek kadar haramdır.” denilerek Kur’an ayetine atıfta bulunulur. Yani, Allah’ın gönderdiğine inanılan ayet, kul sözüyle hükümsüz bırakılır.

Bazı ayetler aradan yıllar geçtikten sonra değiştirilmişken, bazı ayetlerin aynı yıl içinde, ya da bir olayın hemen ardından birkaç gün zarfında değiştirildiği görülür. Örneğin Enfal-65 ayeti, Uhud Savaşından önce yazılmış olup, savaşta bozguna uğranılması üzerine, yerine Enfal-66 ayeti gönderilmiştir. Değiştirilme nedeni olarak da müslümanların zaafı gösterilmiştir. Çünkü Uhud Savaşında müslüman okçular Kureyşli kadınların hilesine kanmış, savaşmayı bırakarak eteklerini kaldırıp tepeye doğru kaçışan kadınları ganimet olarak kapma hevesine kapılmışlardı. Bu hile ile Kureyşliler savaşı kendi lehlerine çevirmiş ve kazanmışlardı. Bu ayetlerde Allah, geleceği bilmeyen, insanlardaki zaafı göremeyen bir tanrı konumuna düşürülmüştür.

Ama öyle ayet de vardır ki hükmü kaldırılmasa da, yazıldıktan hemen sonra değişikliğe uğramıştır. Abese suresinde peygamberin yüzünü ekşittiği gözleri görmeyen âmâ ile ilgili bir ayet daha var. Nisa-95 ayetinin “mazereti olanlar müstesna” kısmı bu âmâ sebebiyle ilave olunmuştur. Bakın nasıl:

Peygamber evinde birkaç kişi ile otururken vahiy gelir. Nisa-95′ dir gelen ayet ve savaşa gitmeyen, savaştan kaçanlar hakkındadır.
”Mü’minlerden,oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir.”
diye başlayan ayeti vahiy katibine yazdırır.
O sırada âmâ Abdullah Ümmü Mektüm gelir ve ayeti duyunca; ” Benim de gözlerim görseydi ben de savaşa katılırdım ya resulallah, benim gibi mazereti olanların durumu ne olacak?” diye sorar. Bunun üzerine Muhammed hazretleri vahiy katibine “Ayete bunu da ilave et” der: “Mazereti olanlar müstesna”

(Buhârî, Cihâd: 27; Müslim, İmara: 17)

Çelişkiler-3 / Hangisi Doğru?

Yayınlanma: 31 Mys, 2009

Darı mı zakkum mu?

Kelime-i tevhid olarak adlandırılan “Lailaheillallah”ın “Allah’dan başka ilah yoktur.” anlamına geldiğini biliyorsunuz. Ayetteki “İlla” sözcüğü kesinlik ifadesidir. “İlla”dediği takdirde başka bir ilah düşünülebilir mi? Kesinlikle düşünülemez. Birisi çıkıp ta “Allah demiş ama, Zeus da olabilir Allah ile birlikte” diyemez.

Arapça’da La, Lem, leyse sözcükleri kesin olumsuzluk belirtirler. Örneğin;

Hud-16. Ulâikellezîne leyse lehum fil âhıreti illen nâr ve habita mâ sanaû fîhâ ve bâtılun mâ kânû ya’melûn

Fakat onlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur.

“La ilahe illa allah” ne kadar kesin ise;

“Leyse lehum taâmun illâ min darî” da o kadar kesindir. (Gasiye-6)

(Cehennemde) Darı dikeninden başka yiyecekleri yoktur.

Yoktur ilah Allah’dan başka.
Yoktur yiyecekleri darıdan başka.

Vardır diyemez kimse.
Diyorsa Allah’dan başka da ilah olabilir.

Gasiye-6’da kesin bir şekilde “Lailaheillallah” der gibi, “(cehennemde) darıdan başka yiyecek yoktur” der ama;
Duhan suresinde öyle demez.

Duhan/ 43-46. Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.

Meal tahrifatçılarının elinde olsa zakkumun darıyla aynı olduğunu söyleyeceklerdir. Bunu yapabilmek için çok araştıran da olmuştur muhakkak. Ama zakkum, darıdan farklı bir bitkidir.
Peki, cehennem yiyeceği olarak hangisi doğrudur?
İkisi de doğruysa, ikisi de cehennem yiyeceği ise neden Gasiye-6’da “Allah’tan başka ilah yoktur” der gibi “Darıdan başka yiyecekleri yoktur” denmiştir? Halbuki “Darı ve zakkumdan başka yiyecekleri yoktur.” denmesi gerekmez miydi? Ya da madem ki sadece darı denildi, başka ayette zakkum denilmemeliydi. Sanki “sadece darı” denildiği unutulmuş gibidir. Zaten Bakara-106’da bir ayet unutturulduğunda yerine yenisinin getirildiği yazılmıştır. Yani, Kur’an’ın yazarına göre bir ayetin unutulması da Allah’tandır.

Deve Eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helal:

Tevrat’ta deve eti yemek yasaklanmıştır.

Levililer/ 11-4. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.

Ama Kur’an, bu yasağı müslümanlara kaldırır ve tırnaklı hayvanların sadece Yahudilere haram kılındığını yazar.

Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.

Tanrı sadece bir millete (kızdığı için) yiyecek yasağı koyup diğer milletlere serbest bırakır mı?
Şimdi düşünelim. Allah’tan geldiğine inanılan bir kitapta:
“Türklere yumurta yemeyi yasakladık” gibi bir ayet olur mu?
Herkese serbest olup ta Türklere yasak olması mümkün mü?
Anlaşılan odur ki deve etinden vazgeçmeyeceği bilinen Kureyşliler nedeniyle, Tevrat’taki deve eti yasağına karşı böyle bir gerekçe sunulmuştur.
Çünkü Yahudiler İbrahim’in, Yakup’un ve diğerlerinin deve eti yemediğini, haram kılındığını, kutsal kitaplarında böyle yazdığını söyleyerek deve etini helal kılan Muhammed hazretlerine “Sen İbrahim’in tevhid dinini getirdiğini söylüyorsun ama o senin gibi deve eti yemezdi, çünkü haramdı.” diye itiraz etmişlerdi. Bu itiraza aşağıdaki ayetle yanıt verilmişti:

Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.

Tevrat getirilip okunduğunda sadece Levililer’de değil, Yasa’nın Tekrarı’nda da deve eti yasağı geçtiği görülür:

14-7. Ancak geviş getiren, çatal ve yarık tırnaklı hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve, tavşan, kaya tavşanı. Bunlar geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılırlar.

Bu durumda hangisi doğrudur? Tevrat’mı yoksa Kur’an mı?

Yahudi mi, Musevi mi?

Enam-146.“Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.” ayetinde bir başka önemli nokta da bir kavim adının, bir din mensubu adı olarak kullanılmasıdır. Halbuki o dönemde bile hem Yahudi hem de Hristiyan olanlar çok. Madem ki “Hristiyan” yani “İsacı” diyor, “Musevi” yani “Musacı” da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Etnik köken ile, mensup olunan din ismi aynı tutulmuştur. Müslümanlara nasıl Araplar denemezse Musevilere’de Yahudiler denilmemesi gerekir.

Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateist, dinsiz, Hristiyan, Müslüman, Budist vardır. Tevrat’ta yazılanlar bu Yahudileri bağlamaz. Deve eti de yerler, domuz eti de. Hele Marks ve Einstein gibi Yahudilerin dini önemsemediklerini bilmeyen yoktur.
Ayrıca Musevilik Yahudilere has bir din olsa da, tarihte Yahudilerin dışında da Museviliği seçenlerin örnekleri vardır ki bunlardan en önemlisi Hazar Türkleridir. Etnik kökenleri Türktür ama dinleri Museviliktir. Dolayısıyla bunlara Kur’an’daki gibi Yahudi denmesi yanlış olur.

Günah Çıkartma mı?

Tevbe-102. ( Münafık Araplardan) Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
103. Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.
104. Bilmezler mi ki, Allah’tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.

Günahlarını itiraf edip tevbe edenlerden, günahlarından arınması için sadaka alınmasının, Hristiyanlıktaki günah çıkartmaktan ne farkı var?
Hacca gitmekle dahi günahların affedildiğinin söylendiği İslam’ı göz önüne aldığımızda;
Bu durumda hangisi doğru?
Sadece Hristiyanlıkta günah çıkartma olduğu mu? Yoksa;
Hristiyanlıkta da, İslam’da da günah çıkartma olduğu mu?

İblis melek mi, cin mi?

Bakara-34. Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn.

Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O direndi, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.

Ayeti ilk kez duyan birisinin, İblis’in meleklerden biri olduğunu düşünmesi gayet doğaldır.
Ama aşağıdaki ayette İblis’in cinlerden olduğu yazılıdır.

Kehf-50. Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih, e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv, bi’se liz zâlimîne bedelâ.

Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!

Kur’an’da “Kane” sözcüğü “.idi, oldu” anlamında kullanılır. Bakara-34’de “ kane minel kafin” ifadesi “kafirlerden oldu” diye çevrilirken, Kehf-50’de “kane minel cinni” ifadesi “cinlerdendi” diye çevrilir.
Halbuki “cinlerden oldu” şeklinde çevrilmiş olsaydı; İblis’in daha önce melek olduğu ama Allah’ın emrine karşı gelince meleklikten düşürülüp cinlere katıldığı anlamı çıkacaktı. Nitekim Hristiyanlıkta şeytanların düşmüş melekler olduğuna ve İblis’in de bunların en büyüğü olduğuna inanılır.

Bu durumda hangisi doğrudur? Kur’an’a göre, İblis melek miydi, cin miydi?

Meleklerden peygamber olur mu?

Muhammed’e inanmayanlar ” Elçi olarak bize bir melek gelmesi gerekmez miydi” derler. Buna ayetle şu yanıt verilir:

İsra-95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”

Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz.
Meğer öyle değilmiş. İsra-95’de melekten peygamber olamayacağı söylenirken bakın aşağıdaki ayette ne diyor:

Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.

Bir ayette melekten peygamber olmadığı, diğer ayette ise olduğu anlaşılıyor. Hangisi doğru acaba?

Allah’ın velisi var mı yok mu?

İsra-111. Ve de ki: “Hamd, allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı yoktur ve zilletten ötürü bir velisi de yoktur.” O’nu tekbir ile yücelt.

Ayette açık olarak Allah’ın bir velisi yani dostu, yardımcısı olmadığı belirtiliyor.
Peki gerçekten öyle mi? Bir de aşağıdaki ayete bakalım:

Yunus-62. İyi bilin ki; Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!

Bu durumda hangisi doğrudur dersiniz? Allah’ın velisi var mı, yok mu?

Allah yardıma muhtaç mıdır?

İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir. (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.)

Ayette geçen “samed” sözcüğünün çevirisi doğruysa eğer, “Melekler bir ihtiyaç sebebiyle yaratılmış değiller midir? Allah’a yardımcı olmazlar mı?” sorusu da yerinde olur. Ama aşağıdaki ayet bu soruya da gerek bırakmamaktadır:

Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.

Sadece melekler değil, insanlar da Allah’a yardım edebilirmiş.

Öyleyse hangisi doğru? Yardıma ihtiyacı olduğu mu, olmadığı mı?

Peygamberler arasında üstünlük farkı var mı, yok mu?

Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir.

Ayet çok açık. Peygamberlerin bir kısmı diğerlerine üstün kılınmış. Bir de şu ayete bakalım:

Bakara-285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.

İlk ayette ayrım var ama sonrakinde “ayrım yapmayız” deniyor. Hangisi doğru?
Yoksa Allah “Ben ayrım yaptım ama siz yapmayın.” mı demek istemiş?

Kur’an, Mekke ve çevresi için mi, tüm dünya için mi?

Aşağıdaki ayet, Kur’an’ın Mekke ve çevresindekiler için indirildiğini yazar.

Enam- 92. İşte bu (Kur’an), Ümmü’l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.

Halbuki İslam’da Kur’an’ın tüm insanlığa gönderildiğine inanılır. Şu ayet de öyle der:

Kalem-52. Halbuki o (Kur’an), alemler için zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.

Dinde zorlama var mı, yok mu?

Mekke döneminde, putperestlerin egemenliği altında iken “dinde zorlama olamaz” denir. (Bakara-256)
Kafirun suresinde de “Sizin dininiz size, benim dinim bana” denilir.
Bu ayetler din özgürlüğü, inanç hoşgörüsü olarak yorumlanır. Bir başka ayet:

Gasiye-22. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.
Ama Medine döneminde, putperest egemenliğinden kurtulunca emirler de değişir:

Bakara-193. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

Nisa-84. Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.

Tevbe-29. Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.

Son ayette görüldüğü gibi kendisine inanmayanlarla boyun eğene ve cizye verecek kadar alçalana kadar savaşılması emrediliyor.
Bu durumda hangisi doğru? Dinde zorlama olmadığı mı, yoksa yeryüzünde İslam egemen olana kadar zorlanması, savaşılması gerektiği mi?

SONUÇ:

Apaçık olduğu yazılan Kur’an’da aynı konuya değinen birçok ayette insanları çelişkiye düşürecek, birbirinden farklı mesajlar vardır. Hangisinin doğru olduğuna İslam alimleri dahi karar verememiş, kendi aralarında ihtilafa düşmüştür. O nedenle, İslamcı yazarların, ilahiyatçıların, meal ve tefsircilerin farklı yorum ve iddialarla çekiştiklerine tanık oluruz.
Bu günümüze özel bir durum da değildir, ta başından itibaren ayetlerin yorumlanmasında ayrılıklara düşüldüğü görülür. Bu ayrılıklar birçok İslam aliminin kafir olarak nitelenmesine ve öldürülmesine kadar varmıştır ki bunun en iyi örneği Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı azam Ebu Hanife’dir.
Allah’tan geldiği öne sürülen diğer kitaplarla arasında varolan muazzam çelişkiler, diğer kitapların tahrif edildiği iddiasıyla bertaraf edilmeye çalışılır. Fakat kendi içindeki çelişki ve tutarsızlıklara böyle bir iddiada bulunulamayacağından; ya çelişkiler kabul edilmez ya da çelişki gibi görülen ifadelerin böyle görülmesinin çeşitli sebepleri olduğu iddia edilir. Öne sürülen sebeplerin başında ayetleri herkesin anlayamayacağı, inanmayanlara ayetlerin farklı görüleceği, ayetleri anlamada dil yetersizliği olduğu ve eski Kureyş dilinin bilinmesi gerektiği gelir.
Diğer taraftan da ayetlerin evrensel olduğu ve her çağda geçerli olduğuna inanılır. Bir yandan Allah’ın gönderdiği öne sürülen kitabın anlaşılmasındaki yetersizliklerden, zorluklardan söz edilirken, diğer yandan hükümlerinin evrensel olduğunu iddia etmek de bir çelişki değil midir?

Gönderilme amacı insanları doğru yola çağırmak ve öğüt vermek olarak yazılan kitapta, insanların bir kısmının bu kitabı anlamaması için kalplerinin mühürlendiğini yazması ne derece tanrısaldır?

İsra-46. Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. (…)

Bu ve benzeri ayetlerde görülmektedir ki Allah, herkesin Kur’an’ı okuduğunda anlamasını istememektedir. Neden?

Sebep, Muhammed hazretlerinin kendisine inanmayanların inanmama sebebinin, kendi inandırıcılığındaki eksiklikten değil, onların inanmasını engelleyen Allah’tan kaynaklandığını öne sürmesi olabilir mi?

Örneğin, müslüman olmayanlar arasında birçok değerli, saygın, iyi insan vardır. Ama Muhammed hazretlerinin peygamberliğini kabul etmemektedirler. Yani, saflar karışıktır. Bir tarafta iyiler, diğer tarafta kötüler şeklinde net değildir. Ebu Talib gibi tüm toplumdan hürmet gören saygın bir insan karşı taraftadır ve üstelik bu insan kendisini büyüten, koruyan en sevdiği amcası, Hz.Ali’nin babasıdır.
Bir peygamber, nasıl olur da haklılığını kanıtlayamaz, en yakınındaki insanı ikna edemez? Bu nasıl izah edilebilir? Bunun izahı ancak Allah’ın dilediğine hidayet verdiği iddiasıyla yapılabilmiştir. İnanmasını istemediğinin kalbini mühürlediği şeklinde açıklanmıştır.
Ele aldığımız çelişkilerin çoğu, Muhammed’in peygamberlik iddiası sırasında kendisine inanmalarını söylediği kitleler tarafından da görülüyor, biliniyordu.
Muhammed daha egemen değilken, Kur’an’ı yazmaya devam ederken, düşünce ve inançlarını ifade etme özgürlüğünü henüz kaybetmemiş olanlar, ayetlerdeki hata ve çelişkileri gördükçe Muhammed’e itiraz edip, bunların Allah’tan olamayacağını, ayetleri kendisinin uydurduğunu söylüyorlardı.
Çelişki ve hataların mantıklı bir izahı yerine Muhammed’den gelen yanıt şöyleydi:

“Uydurdumsa ben uydurdum, bu suçsa eğer benim suçum. Size ne? Siz kendi suçlarınıza bakın.”
Bu yanıtının da Allah’tan geldiğini söylüyordu:

Hud-35. Onu (Kur’an’ı) uydurduğunu mu söylüyorlar? De ki: Onu uydurduysam eğer benim suçum, ben sizin suçlarınızdan uzağım.

Muhammed hazretleri bu konuda haklı mı acaba? “O, uydurduysa da Putperestlerin, Yahudilerin, Hristiyanların önceki uydurduklarının üzerine ilave etti. Asıl uyduranlar öncekiler olduğundan öncekilerin suçları daha fazla.” diye düşünülebilir. Hangisi doğru dersiniz?

Çelişkiler-4 Bilimdışı Ayetler

Yayınlanma: 10 Temmuz, 2009

Kur’an’daki en önemli çelişki ve yanlışlar, bilimdışı ayetlerdir. 14 yüzyıl önce yazılmış bir kitapta bu tür hataların olması gayet doğaldır. Ancak bir kitabın Allah tarafından gönderildiği iddia edildiğinde, içindeki bilimsel çelişkiler normal karşılanamaz. Böyle bir iddiaya karşın bilimsel konularda tüm yazılanların doğru olması gerekir. Aşağıda örneklerini sunacağımız ayetler, o dönemin toplumlarında yeterince bilinmediği için tepki görmeyen, ancak günümüz bilim dünyasında kabul edilemeyecek derecede akıldışı, bilimdışı iddialar içermektedir.

A- Canlıların ve organların özelliklerinin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

1- Spermin testislerde üretildiğinin bilinmemesi:

Tıp biliminde dişi üreme hücresi olan “oocyte” nin yumurtalıkta, erkek üreme hücresi olan “sperm”in ise testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak Tarık suresinde şöyle yazar:

Tarık/ 5-8. İnsan neyden yaratıldığına bir baksın. Bel kemiği ile kaburgalar arasından gelip atılan bir sudan yaratıldı. Şüphesiz (Allah), onu yeniden döndürmeye kudretlidir.

Bilime ters olan bu ayetin ikna edici bir izahı yoktur. Kimi İslamcılar, bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkanın sperm değil, insan olduğunu iddia eder. Kimi İslamcılar, bu ayeti testislerin başlangıçta yukarıda olmasıyla izah etmeye çalışır. Kimileri ise sperm ve oocyte ile kemik iliği arasında bağlantı kurmaya çabalar. Ama hiçbiri ayetin bilime uygunluğunu ortaya koyamamıştır.

2- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip bilinmesi:

Kur’an’da insan beyninden hiç söz edilmemiştir, çünkü bilinmez. Halbuki beyin, insanı insan yapan organdır. Beyin bilinmediği için duygular, düşünceler kalbin fonksiyonları olarak belirtilmiştir.
Örneğin Bakara suresi 97. ayetinde; Cebrail’in Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiği yazılmıştır. Bilim ise, bilgilerin ve hafızanın beyinde saklandığı kanıtlamıştır.
Yine Bakara suresi 260. ayetinde İbrahim’in kalbinin tatmin olması için Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istediği yazılıdır. Halbuki tatmin olan, ikna olan kalp değil, beyindir.
Birçok ayette de kalbin mühürlenmesinden söz edilir.

Şura-24. Yoksa onlar, senin hakkında: “Allah’a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. (…)

Tegabun-11. Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Hidayet verilecek olsa, verileceği organ kalp değil, beyin olmalıdır. İslamcılar bunu, bugün de sevginin, merhametin kalple ifade edilmesiyle açıklar. Tersine bu ifade şekli, dini inançlardan kaynaklanarak oluşmuştur. Bazı İslamcılar ise kalbin de beyinsel fonksiyonlara sahip olduğunu iddia eder. Bu iddianın hiçbir bilimsel yanı yoktur. Kalp, sadece kan pompalayan bir organdır ve beyin işlevlerinin hiçbirine sahip değildir. Bu yanlış, müteşabihlikle de izah edilemez. Kalple ilgili birkaç ayetin müteşabihliği olsa da, Kur’an’ın tamamında ve onlarca ayette bu şekilde geçmesi, böyle bilindiğinin göstergesidir.

3- Her canlının çift yaratıldığı:

Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

Her canlı çift değildir. Bakteriler, tüm canlılardan kat kat fazla sayıda ve etkinliğe sahip varlıklardır. Eşleri olmayıp bölünerek çoğalırlar. Ama görülüyor ki Kur’an’ın yazarı, ya bakterileri, virüsleri bilmiyor ya da onları canlıdan saymıyor.

4- İnsanlar için 8 çift hayvan yaratıldığı:

Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir. (…)

İnsanların faydalandığı hayvan sayısı sekizden çok daha fazladır. Bazı İslamcılar, ayetin çiftlik hayvanlarını kastettiğini öne sürerse de 8 çift hayvan yine çok azdır. Enam suresinde bu 8 çift hayvanın hangileri olduğu da belirtilir:

Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…)
Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (…)

İnsanlar bu sayılan hayvanların dışında at, eşek, tavuk, ördek, hindi, tavşan, balık, lama, kanguru, geyik, fil ve daha birçok hayvandan yararlanırken sadece 4 çeşit hayvan sayılması ve 8 çift olarak ifade edilmesi ilginçtir.

5- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği:

Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22’de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez. Bu ayetlerin müteşabih olduğu söylenebilir. Ancak mucize uydurmacıları, ayetteki mercan ve inciyi görmezden gelip, iki denizin karışmamasını mucize diye sunmaya çabalarlar.

6- Ortadoğu dışında yetişenlerden hiç bahsedilmemesi:

Kur’an’da adı geçen bütün bitki, hayvan ve diğer doğa varlıkları Ortadoğu’ya özgüdür. Diğer bölgelere ait olan canlı-cansız varlıklardan söz edilmez. Örneğin çölden bahsedilir ama gölden, ormandan bahsedilmez. Kar, buz, dolu, sis gibi bölgede görülmeyen doğa olayları Kur’an’da geçmez. Portakal, mandalina, karpuz, kavun, ceviz, fındık, patates gibi bölge dışı bitkisel ürünlerden, kanguru, lama, pelikan, fok gibi bölge dışı hayvanlardan bahsedilmez.

B- Dünyanın ve Evrenin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

1- Güneşin kara bir balçığa batması:

Eski toplumlar, dünyanın da güneş, ay ve yıldızlar gibi bir gök cismi olduğunu bilmezlerdi.
Yere göre güneşin hareket ettiğini sanır, doğuda bir yerden doğup batıda bir yerde battığını düşünürlerdi. Bazı filozoflar, asıl dönenin güneş değil dünya olduğunu keşfetmiş olsalar da, insanların çoğu bu bilgiden habersizdi. Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn hikayesinde de güneşin dünyada bir çamur gözesine battığı yazılır.

Kehf-86. Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu. (…)

Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır. Bu ayet, İslamcılar tarafından güneşin sanki okyanusta batıyormuş gibi görünmesi olarak açıklanmaya çalışılır. Öyle olsa, ayette “sanki” sözcüğü olurdu ama yoktur ve bazı mealciler bu kelimeyi parantez içinde ayete ekler.

2- Dünyanın tüm evrenden daha uzun zamanda ve daha önce yaratılması:

Evrende milyarlarca galaksi olduğu ve her galaksinin milyarlarca güneş sistemine sahip olduğu ve dolayısıyla dünyamız gibi sayısız gezegenin olduğu artık biliniyor. Bu bilgilerden yoksun olan eski toplumların yaratılış mitlerinde ise sadece yer-gök geçiyor. Altta uçsuz bucaksız bir yer ve üstte gök kubbe. Füssilet suresinde de yer ve göğün yaratılışı bu bakış açısıyla anlatılıyor.

9. De ki: “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir.

10. O, dört gün içinde, yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.

11. Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de: “isteye isteye geldik.” dediler.

12. Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.

Ayetlerde dünyanın dört günde ama 7 göğün yani evrenin iki günde yaratıldığı öne sürülüyor. Evrenle kıyaslandığında; okyanusta bir çakıl tanesi gibi olan dünyanın yaratılışının hem evrenden önce, hem de evrenin iki misli zamanda yaratıldığı iddiası bilimsel olabilir mi?

3- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu:

Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları çok küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor.

4- Göğün yere düşmemesi için tutulduğu:

Hacc-65. Görmedin mi ki, Allah bütün yerdekileri sizin hizmetinize sundu. Ve emriyle denizde seyredip giden gemileri de. Göğü de izni olmaksızın yere düşmekten o tutuyor. Gerçekten Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.

Göğün tutulmadığı takdirde dünya üzerine düşeceğini hangi bilim adamı söyleyebilir?
Milyarlarca galaksi, katrilyonlarca yıldız ve gezegenlerin dünyaya düşebileceği düşünülebilir mi? Ama dünya gökte bir cisim değil de, gök dünyanın üstünde sanılırsa; göktekilerin yere düşeceği zannına kapılınılabilir ki Kur’an’ın yazarı da bu yanılgıya düşmüştür.

5- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı?

Ali İmran-133. Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.

Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre; dünya da, uzayda diğer gök cisimlerinden biri olduğuna göre; “gök ile yer kadar” demek saçma bir ifadedir. Bu da, önceki örneklerde olduğu gibi göğün dünya üzerinde bir kubbe olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.

6- Ayın bir nur, bir ışık kaynağı olduğu:

Yunus-5. O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.

Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. Ama gündüz ay’ı göremeyen ve gece aydınlık verdiğini görenler onu nur sanıyor.

C- Matematiğin bilinmemesinden doğan çelişkiler:

Kur’an’da Nisa suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras paylaşımına dair verilen oranlara göre hesap yapıldığında matematik hatası olduğu görülür. Oranlar hatalıdır ve hesap tutmaz.
Oran hatalarını giderebilmek için avliye ve reddiye yöntemine başvurulur.
İlköğretim seviyesindeki bir oran hesabında hata yapılmış olması, Kur’an’ın insan ürünü olduğunun en önemli kanıtıdır. Aşağıdaki linklerden daha detaylı açıklama görülebilir:

http://pante.blogcu.com/seriatte-mir…ku_530989.html

http://www.turandursun.com/forumlar/…ead.php?t=1464

D- Doğaüstü inançlardan doğan çelişkiler:

Kur’an’da bilimsel yasalara ters, doğaüstü, insanüstü mucize iddialarına bolca rastlanır.
1- İlk insanın çamurdan yaratılması,
2- Ayın yarılması,
3- Bedir savaşında melek ordusunun Müslümanlara destek olması,
4- Kayalıktan deve çıkarılarak Salih peygambere mucize verilmesi,
5- Firavuna karşı Musa’ya verilen mucizeler, suların kan olması, tüm ilk doğan erkek çocukların ölümü, kurbağa, çekirge istilası ve Kızıldeniz’in yarılması,
6- Meryem’in cinsel ilişkiye girmeden İsa’yı doğurması,
7- İsa’nın bebekken konuşması, ölüleri diriltmesi,
8- Fil vakasında kuşların attıkları taşlarla orduyu helak etmesi,
9- Süleyman’ın kuşlara, cinlere hükmetmesi, ayakta öldüğünde asasını kurt yiyip de düşene kadar öldüğünün anlaşılmaması,
10- Nuh tufanında tüm hayvanlardan birer çiftin gemiye toplanması gibi.

Sonuç:

Evrensel olduğu öne sürülen bir kitapta yer alan tek bir bilimsel hata dahi, o kitabın evrensel olamayacağının kanıtıdır. Kaldı ki Kur’an’da onlarca bilimdışı ayet mevcuttur. 1400 yıl öncesine ait bir kitapta yazılmış olanların, her çağda ve her yerde geçerli olduğuna inanmak yanlış olduğu kadar tehlikelidir de aynı zamanda. Böyle bir inanç, o kitabın çağdışı hükümlerini egemen kılmak ister. Böyle bir inanç, bu kitabı tüm kitaplardan üstün görür ve bilimi, bilimsel teorileri geri plana atar. Çağdaş yönetimler, uygar yasalar yerine 14 yüzyıl öncesine ait ilkel kanunları uygulatmak ister.

Nitekim Islâm’ın ortaya çıktığı tarihten günümüze gelinceye kadar, hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde demokratik doğrultuda bir gelişme görülmemiştir. Kur’ân’a dayalı olarak ne laik ve demokratik bir sosyal düzen kurma, ne de toplumsal kalkınma mümkündür. Çünkü Kur’ân, teokratik sistemler dışına çıkılmasına ve akılcılığa olanak tanımadığı gibi, ekonomik olarak da gelişmeye yönelik girişimlere fırsat vermez. Günümüz dünyasında İslam ülkelerinin durumu bunun kanıtıdır. Gelişmiş, kalkınmış ülkeler içinde tek bir İslam ülkesi yoktur. Üstelik tümü, demokratik yönetimlerden yoksundur. Hala kadına oy hakkı verilmeyen, kadının çalışmasına, araba kullanmasına izin verilmeyen ülkeler mevcuttur. Dünyada köleliğin bile en son Suudi Arabistan’da kaldırılmış olması da bir tesadüf değildir.

Bilimin dinden nasıl kötü etkilendiğine dair bir örnekle yazımızı noktalayalım:
Aşağıdaki fetva, Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz’a ait.
Tarih: 1975
Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller”adlı kitabı

Fetva:

Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır.

Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bu iddia sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.”

Bu değerli çalışmaları için Sayın Serdar Kaangil’e (pante) teşekkür ederim..diğer yazılarını pante.blogcu.com veya wwww.turandursun.com sitesinden takip edebilirsiniz.


ALLAH KULLARI ARASINDA AYRIM YAPAR MI?

22/07/2009

Kuran`a göre Allah insan ayrımı yapar mı yapmaz mı ??

Bu soruyu Islam`ı sevimli göstermek isteyenler her zaman, “Olmaz öyle sey, allah ayrım yapmaz.Islam insan haklarına ve kadın haklarına önem verir.” derler ..

Kuran`a bir bakalim;

Bakara 2:228…….Erkeklerin kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece daha fazladır.

Bakara 2:282…….Eğer iki erkek yoksa…şahitlerden bir erkek, iki kadın (sahitlik etsin).

Nisa 4:11……….Allah…erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder.

Nisa 4:34……….Erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler.Çünkü Allah, kimini kiminden üstün kılmıştır.

En’am 6:165*…….sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur.

Yusuf 12:76……..(Biz) dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.

Nahl 16:71 & 75….Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı.

Ahzab 33:30-33&53..Ey peygamber kadınları, siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.

Ahzab 33:50-51*….Ey peygamber…seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık…diğer mü’minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık).

peki Allah bazı günahkârlardan nefret edip onların cehenneme gitmesini ister mi? bunun cevabını merak edenler için ;

Nısa 4:107………Allah…günah işleyen insanı sevmez!

Maide 5:41*……..Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir.

Maide 5:49………Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyordur.

Tevbe 9:55*……..Allah…onlara…kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.

İsra 17:45-46……Kalblerine -onu anlamalarına engel olacak- kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyarız.

Rum 30:45……….Allah kâfirleri sevmez.

Lokman 31:18…….Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez.

Şura 42:40………Kötülüğün cezası…kötülüktür. O zalimleri sevmez.

Hadid 57:23……..Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.

KURAN`IN TANRISI TUZAK KURAR MI ? Simdi elbette allah tuzak kurar mi diyenler olacaktir.. Müslüman arkadaşlarımızı okumaya davet ediyoruz:

Bakara 2:26……..(Allah) onunla birçoğunu saptırır…

Al-i İmrân 3:54….Allah, herkesten daha iyi tuzak kurar.

Nisa 4:78-79*……Onlara bir kötülük erişirse…De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.”

Nisa 4:155………Allah o kalblerin üzerini mühürlemiştir.

Maide 5:14………“Biz Hıristiyansız.” diyenlerin…kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.

Maide 5:41………Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir.

Maide 5:64………Yahudiler…Biz onların aralarına…düşmanlık ve kin atmışızdır.

Enfal 8:30………Allah tuzak kuranların en iyisidir.

Hud 11:119………ben, cehennemi hep cinlerden ve insanlardan dolduracağım!

Nahl 16:93………Allah…dilediğini saptırır, dilediğini…

Secde 32:13……..Mutlaka cehennemi cinlerden ve insanlardan…tamamen dolduracağım!

Ahzab 33:17*…….Size bir kötülük istese…sizi Allah’tan kim korur?

Zuhruf 43:36…….Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten gelirse ona bir şeytanı sardırırız.

Evet, “Allah…Dilediğini saptırır, dilediğini *….”!!İşin özü bu arkadaşlar.Gerçi sevgili Turan Hoca`mız çok güzel ele almıştır ama ben bir daha değinmek istedim.

Dunyadaki siddet ve terorun sebebi kutsal denen kitaplarin tanrilaridir..Bunlarin en acimasizi da Kuran`in Allahi`dir..

Maide 14. “Biz Hristiyanlarız” diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen

(verilen öğütlerin veya Kitap`ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.

Goruldugu gibi allah kin ve dusmanlik salmis onlarin aralarina..

Gercekte, Museviler ve Hristiyanlar baris ve kardeslik icinde yasarken Muslumanlar birbirlerini kirip geciriyorlar..

Ayni ayette, yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir. Uzerinden 1400 yil gecmistir..Allah bu konuda bir haber vermis midir?

Bizim gordugumuz “her sey allahtan” sa Muslumanlara kotuluk, Musevilere iyilik yapmistir..

Bu calisma http://www.turandursun.com sitesinden alinmistir..Bu bilgilere Kuran`in Turkce mealinden, internetten, Turan Dursun ve Ilhan Arsel kitaplarindan ulasabilirsiniz.

(Kuran`da benzer ayetlerden daha fazla oldugunda eminim, bilgi gonderecek arkadaslar olursa bu konuya ilave ederim.)